29 Mart 2011 Salı

bazen kendimi durduramiyorum ama hayir bu soz konusu olan sessiz sinav salonunda kendime sarki soyledigim zaman ki gibi yumusak ve sekerli bi kontrolsuzluk, yada hedefine bir nukleer fuze keskinligiyle ucan iyi konumlandirilmis bir yorum degil. kollarimi boynuna dolayip seni seviyorum dedigim kontrolsuzluk de, sarhosca hizla adim attiran da degil, hatta sabahin 5'inde kendimi hala bilgisayarin basinda bulmama sebep olan bile degil.
bu baska.
bu kotu. icimde bana ait olan ve uzerine dusundugumde agzimda pis bir tad birkan
tek.
bazen agzim o kadar buyuk ve genis hissediyor ki sanki julia robertsin igrenc bir dark side versiyonuymusum gibi.
kriptik yazilarimla olayi aciklayamiyorum, bir ornek veriyim
bir keresinde berilleyiz, evde tamamen yalniziz, gecenin korunde eve gelmisiz, yada evden cikmisiz, saat kac hic belli degil, ben internette bir seyle ugrasiyorum o da gitar caliyor. sakalasip konusuyoruz, belki biraz da ucuyoruz, tam hatirlayamiyorum.
sonra bana bir sarki yazdigini soyluyor, uc akorlu. ne dedigimin cok da farkinda degilim, bilgisayarla ilgileniyorum ama uc akorla dalga gecen bir seyler. dalga gectigimi biliyorum, ve bana sarki yazdigi icin kendimi buda heykellerinin konuldugu o altarlardaki faktastik bi tanrica gibi hissediyorum ve o gece muhtesem.
ertesi sabah berilin sarkiyi attigini ogreniyorum. uc akorlu geyigimi ciddiye aldigini.
ve bu boyle kaliyor.
 anlam: neden ki?

bu aralar bir sorum var. guzel bir soru. eger ona yakisacak bir cevap verirsem paylasabilirim bile
how delight turned into delirium?
soylesene oyku, nasil oldu da donustun?

Hiç yorum yok: